Yakutiye Mutlu Son

Yakutiye Mutlu Son

Uzun boyluydum ama yine de yaşıma gore çok uzun

sayılmazdı. Daha önce de belirttiğim şeklinde on beşime henüz

girmiştim. Yakutiye Mutlu Son Vücudum kusursuz dikliğini, ince belini,

hafifliğini ve serbestliğini öteki kadınlarda olduğu benzer biçimde

korselere borçlu değildi. Kendinden dalgalı, omuzlarıma

dökülen ipek gibi saçlarım parlak koyu kestane rengiydi ve

pürüzsüz bir cildin beyazlığını daha da vurguluyordu.

Yuvarlağa kaçan oval Yakutiye Mutlu Son yüzüm çok pembe, ama çizgileri

zayıf ve inceydi, çenemdeki çu-kursa ters bir tesir

yaratmıyordu. Gözlerim koyu siyahtı, parıltılı değil de daha

çok süzgündü, sadece bazı durumlarda anında alev aldığı

söylenirdi. Özenle koruduğum dişlerim küçük, muntazam ve

beyazdı. Yuvarlak, dik göğüslerim ümit vaat ediyordu.

Kısacası evrensel güzellik arayışının en belli başlı

Yakutiye Mutlu Son

özelliklerini taşıyordum yahut minimumından adamların, hiç

değilse benim tanıdıklarımın hepsinin kararları müspetyöndeydi. Hemcinslerim de, güzellikte onları açıkça geçtiğim

için beni kıskançlıkla gözden düşürmeye çalışıyorlardı. Kabul

ediyorum, bu çok ağır bir övgü ama bu şekilde ender zevk ve şansı

borçlu olduğum bir görünüşe şükran duymalıydım. Yapmacık

bir alçak gönüllülükle bu şekilde kıymetli armağanlardan sözetmekten kendimi alıkoyamazdım.

Giyinmiştim ve tüm bu cıvıl, cıvıl giysilerin, kurbanı

sunmak için süslemekten öte bir şey olmadığı aklımın

ucundan bile geçmiyordu. Her şeyi safça sevimli, tatlı hanımefendi

Brown’un dostluk ve nezaketine bağlıyordum. Bu arada

bayanım paramı güven altına alma bahanesiyle, yolculuk

masraflarından geriye kalan, benim koca bir hazine gibi

gördüğüm bir damlacık servetime gaslınü bile kırpmadan el

koymuÅŸtu.

En büyük hisse yeni kıyafetime ilişkin Yakutiye Mutlu Son olduğu için kendime fazla

hayranlık duymaksızın ayna karşısında geçirdiğim kısa bir

süre sonrasında aşağı salona çağrıldım. Yaşlı kadınım beni

selamladı, yeni giysilerimi güle güle giymemi diledi, üzerime

çok güzel uyduğunu söylemeye de utanmadı. Esasen, sözlerinekanmayacak kadar akıllı göründüğüm hiçbir nokta yoktu.

Sonrasında da beni kendi uydurması olan kuzenlerinden bir

başkasıyla tanıştırdı. Odaya girip de hafifçe bir reverans

meydana getirdiğimda ayağa fırlayıp beni selamlayan ve ona öpmesi için

yalnızca yanağımı uzatmamdan ötürü birazcık gücenen yaşlıca

bir beyefendiyi selamlamamı istedi. Adam bu hatayı, derhaldüzeltti. Görünüşü yüzünden kendisine teşekkür etmeyi hiçistemeyeceğim bir şevkle dudaklarını benimkilere yapıştırdı.

Bence bu adamdan daha ürkütücü, daha iğrenç bir şey

olamazdı dünyada çirkin ve nahoş sözcükleri hakkında bir şey

söyleyebilmek için kelimeler yetersiz kalırdı.